29 Kasım 2012 Perşembe

Yağmur olmak var şimdi, usul usul toprağa karışmak sessizce.. aslında sessizlik, en güzel sestir duyabilene ve anlayabilene... artık birazda sessizliğim konuşsun diyorum kendime... Harfsiz bir lisanım var artık içimde, her cümlemde... SESSİZ KONUŞUYORUM artık, sadece ANLAYABİLENLERİN DİLİNDE..

.!!!

5 Ekim 2012 Cuma

hayatımdan bir sabah

sabahın erken saatlerinden bir esinti
yaşadığım semtin kapalı pazar yerinde sabah Kahvemi içerken dünden kalma pazar çöpleri toparlanıyordu.Çöpçüler ortalığı temizlerken bende ortama göz gezdiriyor kahvemden yudumlar alıyordum
Kendi kendime sigara yüzünden söylenirken gözüme balıkçıların sergi açtığı yerde yere eğilmiş elinde bir sopa ile mazgalların arasını kurcalayan 14 15 yaşlarında bir erkek çocuk gözüme çarptı ne yapıyor sabahın köründe diye düşünmeye başladım içimden her halde dün ailesi ile pazarı gezerken anahtar düşürdü diye düşündüm ev dende fırçayı yedi sabahın bu saatinde geldi anahtarı arıyor.
Bir fırt daha çektim kahvemden bir de sigara yaktım Ahmet dayıdan alarak kalkıp yanına gitsem mi diye düşünürken mazgalların arasından bir şeyler çıkardığını sildiğini ve cebine koyduğunu gördüm sonra tekrar ve sonra tekrar bu sırada çaycı Ahmet dayı yanıma oturdu Ahmet baba bu çocuk ne yapıyor biliyor musun dedim evet dedi
Her pazar kurulumun sabahı erkenden gelir o pis mazgallardan düşen bozuk paraları toplar harçlık yapar hayretler içinde kaldım çok zor durumda çocuk görmüştüm bu da onlardan biri idi ama farkı sabahın 7 sinde pazar yerinde balık pisliklerini kedilerle beraber eşeleyen ve oradan para bulmaya çalışan bir genç filiz vardı orada kediler onun sopasına takılan pis balıkları almak için onunla kavga edecek gibi bakıyorlardı yüzüne o umursamadan mazgalları sopası ile kurcalıyor para gördüğünde zayıf vücudunun vermiş olduğu elini mazgaldan sokmaya çalışarak para çıkarıyordu ve işi bitiğinde sanki bu hafta işler kesat gibi mutsuz bir şekilde ayrıldı oradan şimdi bu yazıyı yazarken neden diyorum kendime neden bu kadar dengeler bozuk ve aklıma dün akşam kendi evimde olan kızım ve annesi arasında olan tartışma geliyor aklıma eşim bir arkadaşının dükkanı na getirilen indirimli ayakkabılardan almış bir kaç çift önümüzdeki yaz bunlar çok pahalı olacak şimdiden alıp önümüzdeki yaz rahat edelim diye düşünerek indirimli ayakkabılardan üç beş çift almış kızım annesine kızıyor o krem ayakkabıyı yarın giymek istiyorum okula mavide benim olsun annesi kızım birlikte giyeriz bende işe gidiyorum benimde ihtiyacım var kızım ağlayarak odasına gidiyor ben arkasından ( ağlama kızım senin hiç ayakkabın yok mu sporları ve yazlık sandaletleri saymazsak 3 çiftim var baba bana daha çok lazım o ayakkabılar tamam sen ağlama ben hallederim gerekirse alırız sana ayakkabı söz mü baba söz )kızımla bitiyor göz yaşları
İçimden Allah'ım bu halimize ne olur kızma duası bir kez daha geçiyor içimden
işte sabah esintisi

4 Mayıs 2012 Cuma

Canıma canlık lazım nerde benim can yoldaşım
Canıma yangın lazım nerde can yangınım yoldaşım


canıma kastı olanlara siper lazım
nerde uğruma ölececek yoldaşım.


Bu kaçıncı yanışım yok olmayan ızdıraplarım
Neden yakarsın beni bilmezmisin'ki yaktıgın ruh senin.


İri bir bedendir vücudum lakin içinde küçücük bir ruhum.



Sevmeyi öğrenmek sevilmekten başka isteğim yoktur
Canımı verecek canımı alacak ruh'a dır yolculuğum.

Ustalığım sanatım mutlu yaşamak yaşatmaktır başarım.


Çağlayanlar şelaler olmak değil emelim
Ben duru bir ırmak taşıyım yok bir özelliğim
Sadece ruhumda yaşıyana aşığım.


29 Şubat 2012 Çarşamba

doğru düşünmek nedir

:::: OLUMLAMA NASIL YAPILIR :::: - Olumlama yapmak için ilk önce geçmiş düşüncelerimiz ele alınmalıdır. Bilmeliyiz ki; geçmişteki anılarımızın oluşturduğu çekirdek inançlarımızı kırmadan ileriye gitmemiz çok yavaş ve zor olacaktır. Geçmişimizde bizi üzen insanlar, kötü anılar, maddi zorluklar hep blokaj oluşturacaktır. BU YÜZDEN İLK OLARAK AFFETME OLUMLAMALARI YAPILMALIDIR. Hayatımız boyunca geçmişimizde bizi üzen ve küstüğümüz insanların hayatımızda blokaj oluşturduğunu biliyormusnuz. Ne yaşarsanız yaşayın geçmişteki herkesi kalben affetmeniz gerekmektedir. Kabul bu çok zor olabilir. Ama 1 ay içinde Hayatınızdaki mucizelere hayret edeceksiniz - Olumlmaların her ay 1 konu üzerinde ve aynı olumlama metni üzerinde yapılmalıdır. Çünkü bilinçli yaptığınız olumlamalar 21. gün sonunda bilinçaltınız tarafında kabul görür ve hayatınızda gerçekleştimek için çalışmalara başlar. Bir olumlamayı 3 gün yapıp bırakırsanız hiç bir fayda etmeyecektir. Yada 2 farklı olumlama yaparsanız enerji kanalınızı dağıtırsınız. - Olumlama sesli bir şekilde, yavaş tempoda, hissederek yapılmalıdır. Sabah ilk uyandığınızda ve gece yatmadan 2-3 er kere yapılan olumlamalar bilinçaltına daha fazla ulaşırlar. Kendinizle yaptığınız bu konuşmalar bir süre sonra içsel egonuzun size inandırdıklarını silecek ve yerine yenilerini koyacaktır. Bilinçaltına kodladığınız yeni söz ve düşünceler inançları yeniler ve çekim yasasını harekete geçirir. - Olumlamaları Ses kaydı haline getirip gün içinde dinleyebilirsiniz. Yaptığınız ses kaydını uyurken, çalışırken, kitap okurken dinleyebilirsiniz. Ses rahatsız olmayacağınız sevyede normal düzeyde olabilir. Zaten dikkatiniz başka yerde olacağı için SUBLİMİNAL etkisi yapacak ve bilinç daha kolay kırılıp bilinçaltına ulaşacaktır. Sakın bilinçli olumlamaları bırakmayın. Sadece ses kaydı ve subliminal telkin dinlemek çekim yasasını dağınık çalıştırıcaktır. - Yine gün içinde belirli kalıpları tekrarlayabilirsiniz. Örneğin o ay içinde "Bolluk ve bereket" olumlaması yapmaktasınız. yaptığınız çalışmalarla beraber boş zamanlarınızda yada dışardayken sadece "bolluk, bereket, para" diyerek veya tekrar edilerek odaklanma sağlanabilir ve bu kesinlikle faydalıdır. Bir süre sonra görmeye başlıcaksınız ki, çevrenizde size olumsuzluk veren kişiler gidecek, yerinde sizin düşüncelerinizi destekleyen insanlar gelecektir. Geçmişte istemeden yada isteyerek söylediğiniz olumsuz sözcükler yerini olumlu ve yapıcı sözcüklere bırakacaktır. İnançlarınızı değiştirmek için bu 1 er aylık çalışmaları yapın. Sakın olumsuzluğa kapılmayın... Söz büyüdür. Bu nedenle kullandığınız her sözcüğün niyetinizle, varmak istediğiniz noktayla ilgili olmasına özen gösterin. Ağzımızdan çıkan en küçük bir söz bile tüm vücudumuza, tüm evrene yaydığımız bir emirdir. Dolayısıyla odaklandığımız düşünceler ve sıkça ağzımızdan çıkan sözler bir süre sonra bizim gerçekliğimiz olmaya başlar. Bugüne kadar kim bilir size neler söylendi? Sadece öyle söylendi diye hiç denemeden, farkında bile olmadan kabul ettiğiniz kim bilir neler var? Ancak bunların artık önemi yok. Önemli olan nasıl bir "siz" yaratmak istediğiniz. Hayal ettiğiniz yeni sizi yaratırken, kelimelerin, hedefinize uygun olumlama cümlelerinin gücünü unutmayın. Bu cümleleri boş kaldığınızda, araba kullanırken, uykuya dalmadan önce, sabah kalkar kalkmaz aynaya bakarak sık sık yüksek sesle tekrar edin. Ödev verilmiş bir ilkokul çocuğu gibi sayfalar dolusu yazın. Yazı evrenle yaptığınız bir sözleşmedir. Sitemizdeki olumlama cümleleri her gün artacağından, her seferinde karşınıza yepyeni cümleler gelecek. Bu cümlelerden faydalanabilirsiniz. Ancak kendi olumlama cümlelerinizi yazmak isterseniz dikkat etmeniz gereken birkaç nokta var: 1. Olumlama cümleniz olumlu olsun! Yani Hasta olmak istemiyorum yerine Sağlıklıyım gibi tamamen olumlu kelimelerden seçilmiş kalıplar kullanın. 2. İstiyorum ifadesinden kaçının. Mutlu bir hayat istiyorum demek yerine Mutlu bir hayata sahibim deyin. Evren onaylayandır. İstiyorum dedikçe istemekle kalırsınız. Sahibim dediğinizde tüm hücreleriniz o andan itibaren mutlu bir hayata sahip olduğu komutunu alır ve size bunu yaşatmaya başlar. 3. Cümleler hedefinizi net içersin. Zayıflıyorum gibi sonunun nereye gittiği belli olmayan cümleler kullanmayın. Eğer muhakkak zayıflamakla ilgili bir cümle kurmak istiyorsanız, varmak istediğiniz hedef kiloyu da içine koyarak 55 kilodayım, hatta 55 kiloda olduğum için şükürler olsun deyin. 4. Belirsiz ifadelerden kaçının. Kurduğunuz cümle herkes tarafından anlaşılabilecek basitlikte olsun. 5. Cümlelerinizi gelecek zaman yerine şimdiki zaman veya geniş zaman kipinde kurun. Çok mutlu olacağım demek yerine Çok mutluyum deyin. Gelecek zaman kipi yaşamak istediğiniz durumu her zaman daha ileri bir zamana öteler. Böylece hiçbir zaman o durumun içinde olamazsınız. 6. Olumlamalarınız başka insanlar hakkında değil kendiniz hakkında olsun. Bana saygı göstersin demek yerine, saygı görmeyi hak ediyorum deyin. 7. Cümlelerinizi yumuşatabilirsiniz. Kendimi olduğum gibi kabul ediyorum şeklinde ilk başta ikna olmakta zorluk çektiğiniz cümleleri kendimi olduğum gibi kabul etmeye başlıyorum, kabul etmeyi öğreniyorum şeklinde yumuşatın. Zamanla bu cümleleri kabul ediyorum şeklinde değiştirirsiniz. Japon Dr. Masaru Emoto suyun, söylenen sözlere, hissedilen duygulara, gösterilen görüntülere ve dinletilen müziğe göre nasıl bir değişim gösterdiğini birbirinden muhteşem su kristali fotoğraflarıyla gözler önüne seriyor. Vücudumuzun 4'te 3'ünün su olduğunu düşünürseniz, ağzınızdan çıkan her sözle önce kendinize sonra çevrenize neler yaptığınızı daha iyi anlayabilirsiniz. Hayatınızı değiştirmek istiyorsanız mutlaka kullandığınız cümleleri de değiştirin ve olumlama cümlelerini bol bol kullanarak ruh halinizi daha olumluya çekin. Zest Coaching
yaşım kırk dört saçlarım ak
hafifte tombulum biraz asabi
çabuk kırılırım çocuklar gibi
yaşıma aldırmam ağlarım bebek gibi
hayatı severim sen gülünce
uçarım kelebekler gibi seni görünce
bana bir dokunuşun ömür gibi
beni sensiz bırakma kadınım karım
biraz şap şalım az da utangaç
aşk cahiliyim gözlerimi sen aç
açlık sorun değil kalbim sana muhtaç
kalbimi ruhumu sensiz bırakma kadınım karım
bugün sevgililer günü imiş çok saçma
bir günlük aşk hiç yaşamadım bilmem öylesini
bir günlük sevemem ki seni ölürüm sonra
aşkım sevdam ömürlük benim kadınım karım
ruhumun uçtuğuna bakma aşkım için
ben kelebek değilim kırkında koca bir adam

HAYATA YORUM

HAYAT MI ZOR BEN Mİ SORUNLARMI BÜYÜK BEN Mİ KÜÇÜĞÜM DOĞRU YOLDAMIYIM YANLIŞ MI

BAKIŞ AÇIMDA MI BİR SORUN VAR DÜNYADA MI

BAZEN SORUNLAR O KADAR BÜYÜRKİ DUYGULARIMIZ ALLAK BULLAK OLUR SORUNLARI YUMAK HALİNE GETİRMEDEN ÇÖZMENİN MUTLAKA YOLU VARDIR ÖNCE OLUMLU BAKMAYI İLK BAŞTA KESİN KARARLARLA GERİ CEVİRMEYİ BIRAKMALIYIZ

DÜNYA 1 MİLYON YIL ÖNCEDE AYNI İDİ ŞİMDİ DE AYNI KİMSEYE FARKLI BİR ŞEY YAPTIĞI YOK

BİZ İNSAN OĞLU BAZEN KENDİ BULUŞLARIMIZIN BAZEN TOPLUM KURALLARININ ALTINDA EZİLİYORUZ

BAZEN DE HIRSIMIZA HERŞEYİMİZİN OLMASINI İSTEME LÜKSÜNDEN RUHUMUZUN GÖNLÜMÜZÜN YAŞAMASINI ONUN İSTEKLERİNİ GÖRMEZLİKTEN DUYMAZLIKTAN GELEREK HAPSEDİYORUZ İÇİMİZDE BİR YERLERE

TABİ O GÜNÜLE O RUHA KENDİNİ KAPTIRAN KARŞIMIZDAKİ İNSANLARI AMA BİLEREK AMA FARKINDA OLMADAN KIRIYORUZ

SONRA ÇELİŞKİLER BAŞLIYOR İÇİMİZDE MİNİK DERTLER BUNLARIDA BASTIRIYORUZ HAPSEDİYORUZ BİRİKİYORLAR İÇERDE

ZAMANI GELİNCE PATLIYORLAR İÇİMİZDE KENDİMİZE DE KARŞIMIZDAKİNE DE ZARARI OLUYOR BU PATLAMALARIN

BAZEN ÇOK GEÇ KALMIŞ OLUYORUZ BAZEN YÜK AĞIR GELİYOR YADA GÜNCEL YAŞAM KAZANÇLARIMIZ GALİP GELİYOR HIRSIMIZA YENİLİYORUZ KENDİMİZİ HAKLI GÖSTERECEK BİR SÜRÜ YALANLAR SAHTE SENARYOLAR ÜRETİYORUZ

SON NOKTA BUNALIM ÇIKIŞ BULAMAMA ŞÜKÜR ÇOK ŞEYİM VAR AMA UYKUM YOK, HUZURSUZUM, MUTLU DEĞİLİM, SABAHLARI KALKAMIYORUM, YEMEK İÇMEK ZEVK VERMİYOR, YANLIZ KALMAK İSTİYORUM, YANLIZ KALMAKTAN KORKUYORUM, BAŞARAMIYORUM, CİRKİNİM, SEVİLMİYORUM, KİMSE BENİ ANLAMIYOR

SAYMAKLA BİTMEZ TEPKİLERİ RUHUMUZLA ARZULARIMIZ ARASINDAKİ ÇELİŞKİLER

MUKEMMELLİK YAŞAŞAMK İSTİYORSAM ÇOK ŞEY DE GÖZÜMÜZ OLMAYACAK EN AZINDAN KENDİMİZİ DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ KADAR KARŞIMIZDAKİNİ DE DÜŞÜNECEĞİZ

ALMADAN VERMEK YARADANA MAHSUS KARŞILIK SIZ SEVMELİSİN Kİ SONSUZ SEVGİYİ GÖRESİN DOSTUNLA AĞLAMAYI BİLMELİSİN Kİ YORULDUĞUNDA OMUZ BULASIN YARDIM BEKLİYEN GÖZLERİ OKUMALISIN Kİ SIKINTILI ANINDA GÜLEN GÖZLER HUZUR VERSİN

İŞTE BÖYLE DÜŞÜNÜYORUM HAYAT İÇİN

BİR GARİBİM ALEMDE

MASALINIZ

insan hayatı dünyada geçen bir senaryodur.ninnilerle başlar ve acılarla son bulur.senaryo, bizden kibritçi kız masalındaki gibi soğuk karlı bir yılbaşı gecesi, sokağın en kuytu köşesinden başlayarak bir yol çizmemizi ister.yolların kimisi zik-zak çizer, kimisi yol olsun ne olursa olsun der, kimisi doğru başlar sonradan bozulur, kimisi daha başlıyamamıştır.çünkü zordur; bir yol çizipte o yoldan gidebelmek...zordur; yalnızlık gerçeğinden korkmak ve zordur bu gerçeğe göğüs geriyor olmak. her çit aşılabilir, her sorun yok sayılabilir.yalnızca hayatımızın gecesinin karanlığını üstümüzden yırtıp bir kenara atmamız gerekir.böylelikle gecemizin ardından parlak bir güneş doğacaktır...gecemizin gündüzü; çizipte karladığımız yolumuza hiç başlamamış gibi kabul etmemizi, kulaklarımızı sivrisinek vızıltılarına ve hayatın yalancı gerçeklerine tıkamamızı sağlayacaktır.ve unutmayın ki zamanın matematikteki sıfır gibi yok etme gücü olduğunu bilmemiz , gerçek aşkın yüreği sıcacık tutabilecek bir pamuk olabileceğini unutmamamız gerekir. ve son olarak umarım her insanın en zor anlarında bile umut ışığı hep yanında olur ve umarım kibritçi kızda olduğu gibi kimsenin karanlık ve soğuk bir sokakta bitmez ...masalı...

gözlerin

bir bahar yeli eserken vuruldum siyahına, GÖZLERİNİN gözlerin beni kalbimim en karanlığında yakalımştı kapından geçerken senin duygularını hisedince kapıldım rüzgarına ve şimdi duruldum acımdan çünkü sen yaşamın güzelliklerini aldın kalbimden hakkın değil der gibi oysa ben sırma saçlarına gece gibi siyah gözlerine bağışlamıştım canımı bir sahra yeli eserken vuruldum gözlerinin siyahına sırma saçlarına yüzündeki gizli derinliklere

yorgun

Yorgun gözlerin gecmıse bakıp bogulanması varya; Kayı verdirir geceyi demleyen ayı hüznüyle Ağıran kepekliern omuza verdiği ağırlıklar Sende artık yol tut bu dün Gecenin demi çöker gözlerimin dibine Her yolculuta damlar tanrının gözlerine Kımı bır cennet tohumu olur hayellerımde Kımıyse topragın altından besler cehennemı delice Sende Salın goklerde bedenımın bos hayeli Kaldıysa arkanda seni seven Denizler bıle hatırlar seni Bedenimin göklerde gezen boş hayali Gece üşür yıldızlar örtmedikce Güneşler bıle kurur bulutlar sevmedikçe Anla artık kıyada dalgalar birikmez geri döner Sende dön artık geri

sabah izleri

Rüyalarım var, uyanmak istemediğim... Düşlerim var, her seferinde elimden düşürüp kırıverdiğim... Kabuslarım var, hıçkırıklarımla uyanıp kendime kapanıverdiğim... Ve sen varsın, ne hissettiğimi anlamadığım, bilemediğim... Her seferinde aynı yere sana dönüyorum. Seni her seferinde başka kollarda buluyorum. Saçımı okşamıyor, kabuslarımdan uyandığımda beni teselli etmiyor, aşkım demiyorsun! Yalnızca “seni seviyorum” diyorsun. Bu ne kadar doğru, bunu bile bilmiyorum. Unutmadan dostluğumuz var bir de. Dostluk dediğimiz ise bizi birbirimize bağlayan bir yağlı urgan... Canımızı acıtan ama yinede öldürmeyen yaşatan... Sığındığımız ve bahanelerle birbirmize koşmamızı sağlayan koca bir yalan!!! Neden bu urganı çıkarmıyorum boynumdan? Seni niye çıkarmıyorum, çıkaramıyorum aklımdan? Bulunmaz hint kumaşı değilsin ama gönlüme söz geçiremiyorum. Seni deli gibi seviyorum işte! Beni bir gün seversen, bekleyeceğim... Beni bir gün ortak etmek istersen yaşantına, geleceğim... Beni bir gün sürgün edersen kalbinden, benim ipimi o gün sen çekeceksin.....

yanımda iken yok oluşların acısı

Yarım Kalan Öykü... Bugün sana yazmaya karar verdim. Bu kararı vermekse hiç kolay olmadı. Çok düşündüm. Sonuçlarını görmeye çalıştım. Sonra da umursamadan hiçbir şeyi başladım yazmaya. Nasıl olsa bir daha görüşmeyeceğiz. Sen bir daha benim sesimi duymayacaksın ve söylediklerimi yapma zorunluluğun olmayacak. Beni bunun için bırakıp gittiğini de çok iyi biliyorum. Oysa unuttuğun ya da belki de hatırına hiç getirmediğin bir şey var. Ben de çok kereler sevdalandım. Her güzel yüreğimi aldı götürdü benden. Yine de hiç bilmediğim uzaklara kaçmak düşmedi aklıma. Şimdi üzerinden yıllar geçmiş olsa da bu sevdalarımın günyüzüne çıkmasına izin vereceğim. Bil istiyorum tek sevdalanan sen değilsin yeryüzünde. Ve tek sen değilsin terkedilen. Neden yalnız yaşamak zorunda olduğumuzu hiç sormadın bana. Ne kadar da çok soru vardı da bunu ya aklına getirmemiştin, ya da dile getirmekten korkmuştun. Elbette ki birileri vardı yanımda yaşayan. Artık olmasalar da bir zamanlarda paylaşımlarım gizli. Ben onlara değer veriyorum. Yaşadıklarıma saygı duyuyorum. Onlardan öğrendim her ne öğrendiysem. Belki de seni pek çok şey için engellememin nedeni bu: Acı çekmenin ağırlığını yüreğinde taşımanı istemeyişim. “…acılarımız vardı, insan olarak kimse acıyı tanımadığını söyleyemezdi, inanmazdık yaşayan her şey tatmalıydı bir parça onu bu bir kuraldı yine de kimse bu konuda yalan söylemeyi göze alamazdı, almamalıydı Akdeniz buna inanmazdı” Biliyorum sen bunu hiç anlamadın. Şimdi bulunduğun yerin neresi olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Bütün kapıları kapattın yüzüme. Öyle uzaklara gittin ki, sabahları seni uyandıramıyorum artık. Düşündükçe acı duyuyorum. Sense her şeyin iyi olmasını istediğime hiç inanmadın. “sen, her şeyi yitirdiğimi düşündüğüm bir zamanda çıkıp geldin, sormadan. Ve yine öylece gittin şimdi biz, başladığımız yere mi dönmek istiyoruz yoksa hiç olmadığımız yere mi” Bugün 11 Nisan… Sen gideli bir-buçuk yıl oldu. Neredeyse yüzünü unutacağım. Giderken evdeki bütün fotoğraflarını da götürmüştün. Neyse ki ufak bir tane saklamayı başarmıştım senden. Şimdi masamın üzerinde duruyor. Seni seyrediyorum. “biteceğini hepimiz biliyorduk, tüm biz ve söylüyorlardı acı acı gülerek -her şey böyle olacak sanıyorsunuz- hayır, sanmıyoruz bitecek ve biz de bitireceğiz fotoğrafları yırtıp anıları da sileceğiz” En çok üzüldüğüm, evde benden başka hiçkimsenin ayak sesinin olmaması. Bunu farkettiğimde gerçekten gitmiş olduğuna inandım. Ve artık gidişine alışmaya başladım. Her sabah uyandığımda odana gidip yanağına bir günaydın öpücüğü daha kondurmayı denemiyorum. O kapı artık hiç açılmıyor. Her şey bıraktığın gibi yerliyerinde. “kim derdi ki inançlarımız değişecek ben umursamamaya söz verdiğim gibi miyim” Uzun zamandır her akşam, “Acaba saat kaçta dönecek?” endişesi duymuyorum. Çünkü bir daha gelmeyeceğin öyle açık ki. Kapıdaki anahtar sesini duymaya çalışmıyorum. Her şeye rağmen, beni unutmayacağını zannettiğim çok zamanlarda gözlerimi pencereden gökyüzüne çeviriyorum. Güzel günlerin hatırına minik bir tebessümü yerleştiriveriyorum yanaklarıma. Sense bu güzel günlerin, güzel olmadığını düşünmekten asla vazgeçmedin. Suçlu olduğum üzerinde direttin. Ve bunu kesinlikle ben de kabul etmeliydim sana göre. İşte bu kabullenişi gidişinin ardından yapıyorum. “Evet, ben suçluyum. Seni öyle çok sevdim ki nasıl suçlu olmam.” “kabulleniyorum her şeyi az şey miydi bütün yapılanlar kim bizi asacak şimdi” Bana, “Annem nerede?” sorusunu sormaktan vazgeçtiğin günü aklımdan çıkaramıyorum. Epey paniklemiştim bu soru karşısında. Hani bir kabahatim varmış da gizlemeye çalışıyordum. Bir çocuk gibi. Oysa anneni sormak senin hakkındı. Fakat bu soruya ben de cevap bulamıyordum. Her zaman beni anneannen olarak bildin. Böyle tanımıştın, ben de seni yalancı çıkarmayı istemedim. Bir anneanne olarak, annenin nerede olduğunu tabiî ki bilmeliydim. Ama bilmiyordum. Belki de bu büyük bir suçtu. Zaten senin beni her zaman yargılaman da benim suçluluğumun kabul edildiğini ortaya koyuyordu senin tarafından. İlle de mahkum edilmeliydim. Bunun olması için elinden ne geliyorsa yaptın. Belki demir parmaklıklar ardına atılmadım, ama öyle bir cezanın senin verdiğin ceza karşısında çok hafif kalacağını istemeden de olsa kendime yineliyorum. Meğer ne çok ağır ceza varmış şu yeryüzünde. “yalanımı doğrulayarak sen de yalan söylüyorsun” Yanıma geldiğin günü çok iyi hatırlıyorum. Her şeye ihtiyacın vardı. Bana da… Büyüdüğünde ise beni görmekten nefret ettin. Ve bunu bana söylemekten asla çekinmedin. Benim de üzülebileceğim düşüncesini nedense aklına getirmeyi bir utanç kabul eder gibi bir halin vardı. Sana göre çok eskiydim. Yüzyılların ardından çıkagelen bir film kahramanı… hayır hayır, bir kahramanı elbette severdin, senin gözünde bir kahraman olmam imkansız, öyleyse korkuyu yüreğe yerleştiren bir acayip şey. “hiçliğe ihtiyaç duyduğu zaman yalnız kalmamaya çalışmalı insan yanıbaşındakinin ölüm olduğunu farkedemez” Çok farklı şeylerden zevk alabiliyorduk. Sen sinemaya gitmeyi, üstü açık arabalarda gezmeyi, eve aylarca gelmemeyi sevebiliyordun. Bense evimde oturup günlük gazeteleri takib etmeyi, Afrika Menekşem’i sulamayı her şeye tercih edebiliyordum. Aramızda çok fark vardı. Bunu anlayışla karşılıyordum, ama üzüntümü asla yenemedim. Sen yanıma yalnızlığımı yok etmek için gelmemiş miydin oysa. Ne ümitlerle sarılırdım sana gecenin karanlığından vazgeçip o anımsayamadığın bebekliğinde. İşte insanın geleceğinin gösterilmemesi… belki de en büyük lütuftur bu insanlar için. “insanlar her geçen gün daha çok uzaklaşıyor yakınlaşması gerekirken” Birgün eve ağlayarak gelmiştin. Arkadaşına bir araba çarpmıştı ve sen onun ölmesinden çok korktuğunu söylemiştin bana. Belki çocukluğundan beri ilk kez boynuma sarılıp ağlamıştın. Onu kaybetmek istemiyordun ve elinden hiçbir şey gelmiyordu. Ben de sana, ‘aşk mı görüyorum gözlerinde’ demiştim oldukça masum. Cevap vermemiş, kalkıp odana kilitlemiştin kendini. Orada ne yaptın bilmiyorum. Belki de hayatında bir kere olsun dua etmişsindir. O gün çok kötüydü. Hastaneye gittiğinde heyecanla dönmeni beklemiştim. Ama üç gün evin yolunu unutmuş gibi, haberini merak eden yokmuş gibi… gelmedin eve. Demek teknoloji de kullanmak isteyen olmadıktan sonra bir işe yaramıyordu. Hayâl kırıklığına uğramıştım. Üçüncü günün akşamı, artık umudumun azaldığı, hatta tamamen kaybolduğu bir vakit onunla beraber geldin. Öyle güzeldi ki. Gözlerinde o bilindik parıltıyı görmemek imkansızdı. Mutlu görmek seni… belki de düşünebileceğim en uzak şeylerden biriydi bu. Evet, mutluydun. Belki bu mutluluğu da sonraları düşündükçe kendine çok görmüşsündür. Öyle oldu değil mi? “onu da bize vermesi gerekendi veren alması gereken de alacaktı birgün neden şaşırıyorsun erken biten şeylere” Onu benimle tanıştırmaya getirdiğini söylemiştin kapıdan girince. Üç günde neler yaptığını sormayı hemen unutmuştum. “insan sevince neler yapmıyor ki” Saatlerce oturmuştuk.. Bu seninle yaptığımız son güzel sohbetti. Belki de bunu o hoş gençkıza borçluydum. Biraz haksızlık oldu. Tabiî ki ona borçluydum. Her zaman dualarımda özel bir yeri vardır. Mutlulukla hatırlayacağım güzel bir akşam geçirtmişti bize. Ara-sıra elimde bir demet çiçekle onu ziyarete gidiyorum. Dilerim yalnız değildir. “onlar gitmediler yer değiştirdiler” Seni terkettiği için onu asla affetmedin. Son yolculuğuna çıkarken onu uğurlamaya bile gelmemiştin. Ama son görevimizi yerine getirdikten sonra mezarın başında saatlerce ağladığını gördüm ben. Toprağa nasıl da sarılmıştın. Eğer yıllar önce geçirdiği kazada ölseydi bu kadar kızmayacaktın ona. Şimdi bir bebeğiniz var. Ve o bebek yüzünden onun öldüğünü söyleyip duruyordun. Hiç affetmediğin bir bebekle birgün gelip pişmanlıklarını düzeltemen ne kadar imkansız bir anlayabilsen. Oysa o minik yavrunun bir suçu olup olmadığını tartışmadın bile kendi içinde. Onu görmek istemedin ve görmedin de. Bebeği ben büyütmek istediğimi söylediğim zaman nasıl da haykırmıştın. O hiç olmamıştı sana göre. Doğmadı, yaşamadı ve yaşamıyor. Sen öyle kabul ettin ama şimdi on yaşında. Artık kabul ettiklerimizin varlığını sürdürüp, kabul etmediklerimizin dünyadan kovulduğunu düşünmek Ortaçağ’a gömülmedi mi? Ne dersin… Bir felsefeci olarak bu düşünceye yabancı değilsin. Şu var, felsefe senin dünyanda bir ufuk olmalıydı bana göre, ama onu bir dizi düşünceler dramı olarak beynine hapsettin. “affetmek bizim işimiz değildi de niyeydi onca tafra” Bazan senin hiç tanımadığın insanları anlatacağım sana. Tanımamanın tek sebebi ise benim. Eğer ben isteseydim onları tanır ve belki de severdin. Ama sevdiğim bir insanı sevmediğim insanlarla paylaşmayı hiç kabullenemedim. Bu cümlelerde, sana yüklediğim bağnazlığı yaşamış olduğumu hissetmeni yanlış karşılayacağımı zannetmemelisin. Sevdiğim dediğim insan, yani sen, asılda sevdiklerimin yanında, her ne kadar sevmediklerim diyorsam da bunlar hâlâ kendimi aldatışım, başka bir şey değil; çok daha mutlu olabilirdin. Gerçek manâda hür olmayı öğrenebilirdin, hani yüreğin hür olması, hani hür oluşun aslında hür olmamaktan gelmesi… “hürüm demek için henüz büyümedik” Kalemim izin verdiği sürece sana bir şeyleri açıklamaya çalışacağım. Her şey sana sıkıcı görünebilir. Okumak ya da okumamak sana ait, biliyorsun. Her zaman nasıl kendi isteğinle yaşadıysan, artık bunu sınırlama imkanım da yokken, zorlamanın ne anlamı olabilir ki… Her zaman Tolstoy’a saygı duymuşumdur. Nasıl oluyor da bu kadar karmaşık düşünceleri biraraya getirebiliyordu? Nasıl oluyor da bir roman kahramanına bu kadar çok duyguyu her yönüyle yaşatabiliyordu? Ve daha pek çok yazarın yaptığı değişik oyunlar. Böyle yapıtlarla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir yazılar karmaşasıyla seni karşı karşıya bırakmak istemediğimi belirtmek zorunda olduğumu hissederek bir özür dilekçesini ekte sunmalı mıyım acaba, bilmiyorum. Bilmemek… Acaba neden bu kadar çok yineliyorum bu kelimeyi. Bu da Sokrates’e karşı beslediğim saygıdan mıdır? Onun gibi yapabilmekle herhangi bağlantım olmadığını elbette ki kavrayacak zihne sahibim. Yine de “bilmiyorum” demekle, en azından demekle, görünürde yakınlaşabilsem ona düşüncesi. Herneyse… Beni bir daha görmek istemediğini öyle açık bir dille ifade ettin ki; itiraz için doğru kelimeyi nasıl bulabilirdim. Sanırım bunu ben yaptığımda nasıl anlayış beklediysem, senin beklediğin anlayışa da saygı duymalıyım ve bunu kabullenmeliyim. İnsanlar yaptığı her şeyi birgün geliyor kendisine yapılırken buluyor. O’nun adaletidir belki de bu. “ne çok şeyi bilmiyoruz oysa bilsek kıyametimiz olurdu belki” Evlendim. Uzun yolculuklar yaptıktan sonra nihayet kendimize göre bir yer seçtik yaşamak için. Ailemi ne çok özlediğimi hatırlıyorum. Yirmi yıllık geçmişimde hiçbir zaman aklıma takılmayan ayrıntılar gözlerimin önüne gelir olmuştu. Garipti bu. Anılarla yaşamak için henüz çok gençtim, ama bunu hiç sıkılmadan yapıyordum. Abimle içtiğimiz ilk sigarayı hatırlıyordum. Sonra annemden yediğimiz korkunç dayağı… Henüz beş yaşımdaydım. Abim de yedi… Sokakta bulduğumuz bir sigara çok ilgimizi çekmişti. Yakıp içmiştik çok güzel bir şey yaptığımızı düşünerek ve müthiş bir merakla. Eve geldiğimizde annemin her şeyin kokusunu rahatlıkla alan burnu bizi ele vermişti. İşte büyük gözyaşlarımızın düşmesine sebep olmuştu merakımız. Bunu sevgiyle hatırlayıverince ne çok şaşırmıştım. Neden daha önce hiç aklıma takılmamıştı bu? Ailemle ilgili her ayrıntı beni artk mutlu ediyordu. Çünkü uzun süre görmedim onları. “gömdük dediğimiz her şeyi sadece bastırıyoruz, kolay mı öyle silivermek bir kalemde, kolay mı?” Sen de evlendin. Hâlâ seni görebildiğim için mutluydum. Ara-sıra bana uğramak aklına geliyordu. Hatta bir çiçek bile getiriyordun bazan. Ama ben bütün bunları kendi isteğinle yapmadığını biliyorum. Her şeyi o hoş gençkız yaptırıyordu sana. Onun yüreği ilkbaharı karşılayan çayırlar gibiydi. Belki de erken ölmesi bu yüzden. Kirli bir dünyaya yakışmıyordu. Sen ne kadar katı yürekliysen, o o kadar yumuşaktı. Kendini benden esirgiyorsun. Ama mutlu olmadığını biliyorum. Sen asla mutlu olmadın. Gülmeyi beceremedin. Hiçbir şeyi paylaşamadın, kimselerle. Konuşmadın. Birgün öğretmenin telefon etmişti bana. Evde bir sorun mu var, diye sormuştu. Ben de gayet net bir şekilde “hayır” demiştim. Fakat neler olduğunu merak etmiyor değildim. Sınıfta hiç konuşmadığını, yalnızca öğretmeninle değil, arkadaşlarınla da konuşmadığını söyledi. Ben de öğretmenine bunu dördüncü sınıfta mı farkettiğini sordum. Şaşırmadı bile. “Evet” dedi, “evet dördüncü sınıfta farkettim. Çünkü ilk üç sınıfta tanışmıyorduk.” Biraz utandığımı söyleyebilirim. Fakat öğretmeninle ilk kez konuşuyordum. “hatalarımsa beni böyle acılara iten kabul ettim bu çözüm değil, artık hataları kabul etmekten başka, bambaşka şeylere yönelmeliyiz” Ben ne yapabilirdim ki… Benimle de çok konuştuğun söylenemezdi. Resimlerle paylaşırdın her şeyini. O çizdiğin resimler senin tek dünyandı o zamanlar. Benden sakladığın resimler… Öyle kaptırıyordun ki kendini onlara, günlerce konuşmadığımızı hatırlıyorum. Hatta birgün artık sıkılmıştım bu sessizlikten de sana gelip “Yeter” demiştim. Sen de önüne boş bir kağıt alıp kendi resmini çizmiş, bir konuşma balonunun içine de, “Evet, bence de yeter” yazmıştın. Seni kendi haline bırakmalıydım. Oysa bunu hiçbir zaman yapmadım. Sen bana ne kadar çok kızarsan, ben senin üzerine o kadar gidiyordum. Bu bir hataydı ve ben bu hatanın farkındaydım. Nedense sen benim de birisine ihtiyacım olabileceğini hiç düşünmedin. Her zaman seni anlamayan bendim. Peki sen beni hiç anladın mı? “bir de anlam savaşı var içimizde bizi anlamsızlığa sürükleyen neden inancımızla yürümüyorduk?” Şimdi yapmak isteyip de yapamadığım şeyler yüzünden ne çok acı çektiğimi bir bilsen. Fakat “keşke” demekten hâlâ vazgeçmiş değilim. Artık buna pek imkan tanımasalar da elimden geldiği kadar “keşke’ler” ile cümleler kurmaya çalışıyorum. Keşke o gece geri döndüğünde sana sarılıp yanağına minik bir öpücüğü çok görmeseydim, gibi bir cümle örneğin. İşte şimdiki en büyük zevkim böyle cümleleri boş sayfalara doldurmak. Geldiğinde bu, artık dolu olan sayfaları nerede bulabileceğini tabiî ki biliyorsun. Sana kızın hakkında söylemem gereken çok şey var. Fakat daha önce seni yazmalıyım. Çünkü yine anlamamakta ısrar edeceğinden hiç şüphem yok. Hep sen bilirsin, ama unutma senin dediğine göre de hep ben bilirim. Bu noktada unuttuğumuz çok önemli biri var. Hep ne sen bilirsin, ne de ben bilirim aslında, sadece O bilir. Eğer bir üçüncü kişi çıkıp da bize bunu hatırlatsaydı belki de şimdi yanımda olacaktın. Başaramadık, o üçüncü kişiye muhtaç olmamayı ve o üçüncü kişinin söyleyebileceklerini birbirimize söylemeyi başaramadık. “kim kıracak kalemi şimdi” Kızın… Şimdi kızın da senin sorduğun soruların aynısını soruyor. Ben de sana ne söylemişsem onları söylemiyorum emin ol. Bu hatayı bir daha yapmayacağımı tahmin etmen de zor olmasa gerek. Fakat sorularına verdiğim her cevap başka sorulara sebep oluyor. Ona her şeyin en doğrusunu söylemeye çalışıyorum. Artık yalan söylemenin, bir şeyleri gizlemenin bir işe yaramadığını farkettim. “insan yolun sonunda mı anlar onca şeyi” Senin nerede olduğunu sordu bana. Ben de bilmediğimi söyledim. Önce şaşırdı. Sonra neden bilmediğimi sordu. Aramızda kötü şeylerin geçtiğini, senin benden nefret ettiğini anlattım. Bu nefretin sebebini sordu bu sefer de. Seni korumaya çalıştığımı söyledim. Ve senin bundan hoşlanmadığını da söyledim. Bu korumayla ilgili örnekler istedi benden. Aklıma gelenleri anlatacağıma dair ona söz verdim. Zaman istedim ondan. İlk örneğim: Kasetçaların kablosu fişteyken bu kablonun bıçakla kesilemeyeceğini söylediğimde eve tam sekiz gün gelmemiştin. İşine karışmamam gerektiğini bana bu şekilde öğretmeye çalışmıştın. Sekiz gün sonra geldiğinde kapıdan daha girmemişken söylediğin cümle şu olmuştu: Bana emir veremeyeceğini bu sekiz gün içinde anlamış olmalısın! Beni eğitiş tarzın çok ilginçti doğrusu. Kızın her şeyi çok çabuk anlıyor. Fakat sen onu affedemiyor olmakla yeni bir sen meydana getirdiğinin farkında değilsin. Senden her şeyi gizledim, sen böyle oldun; ondan hiçbir şey gizlemiyorum, ama o da böyle olacak. Sanırım sana olan nefretini bana yansıtacak. Sen de hiç tanımadığım annenin nefretini bana yöneltmiştin. Yani ikiniz de aynısınız: Baba-kız… İnan kızmıyorum. Bunu ben istedim. “bile bile yapıyoruz yaşadıklarımızın tek sebebi biziz biz istiyoruz kıvranmayı, yaşarken ölmeyi” Sen gittikten sonra, demiştim ya, evde benimkinden başka ayak sesi duymayışım gerçekten gittiğine inandırdı beni. Yapamayacaktım birbaşıma. Çok düşündüğümü söyleyemem. Ertesi gün kızın yanımdaydı. Dilediğin kadar kızabilirsin bu yaptığıma. Ben daha önce seni kızdırmamak-kırmamak için yaptım her şeyi. Fakat sen bana hem kızdın, hem de kırıldın. Nerede hata yapmıştık? Sana söylediğim yalanların doğrularını da kızına anlatıyorum. Yalnız şuna inanmalısın, sormadığı hiçbir şeyi söylemiyorum ona. Fakat bilirsin her cevap içinde yüzlerce soru gizlidir. Kızın bu soruları bulmakta çok başarılı. Ve sormak yeteneğini çok güzel geliştirdi o. Ben de merak gidermek için sorulan sorularla öğrenmek için sorulan sorular arasında farklar olduğunu gösteriyorum ona. Fakat bu da gereksiz. Çünkü o bu ayrımı da başarıyla yapıyor. En güzeli de konuşmayı seviyor olması. Ne bulursa onunla konuşmaktan hiç çekinmediğini gözlemledim. Hiç susmadığını söyleyebilirim. Senden sonra bu gürültüye alışmanın kolay olduğunu zannetme. Çok zor oldu. Ama oldu. Bu cümleden seni özlediğim sonucunu çıkarabilirsin. Hani o sessizliğini bile… Bunu hiçbir zaman inkar etmedim ki. İtiraftan da hiç sıkılmadım. Evet, seni özledim. Hatta o gidişinin üzerinden henüz çok az bir zaman geçtiği günlerde O’na nasıl da yalvardığımı görmeliydin. Seni O’ndan isteyişimi… Duysaydın sesimi, her şeyi unutur gelirdin. O kadar acırdın bana. Duymadın. Sen duymadınsa da O duydu. Beni hiçbir zaman terketmeyen O, yine elini uzattı bana. Ve beni düştüğüm yerden kaldırdı. Onu gönderdi. Kızını… “bunları hak etmesek de merhamet, merhamet sahibi” Böylece senden intikam aldığımı düşünme. Onda, onun her şeyinde seni görüyorum. Bu da beni sana yaklaştırıyor. Sanki sen gitmemişsin, ya da hemen dönecekmişsin gibi… Onun tebessümündeki canlılığı bir görsen, bir kerecik görsen onun o gözlerini… Şunu çok iyi biliyorum: Onsuz geçirdiğin günlere birgün gelecek ağlayacaksın. Ve ben hiçbir şey yapamayacağım. İnsan inandığı sürece yaşayabilirdi. El açıp yalvardığı zaman kendini bulabilirdi. O’nun varlığını kanıta ihtiyaç duymadan kabul ettiği zaman mutlu olabilirdi. Sen inandın mı, özgür olduğunu bilip bu özgürlüğün sınırlandırıldığına? Eğer inanmıyorsan sanırım kendimi suçlamalıyım. Önceleri karar veremedim. Sana O’nu anlatmalı mıydım? Yoksa kendin mi bulmalıydın O’nu? Ya da sana birileri mi gelip göstermeliydi O’na giden yolu? Karar veremedim. Her şeyi kendi haline mi bırakmalıydım acaba? Korktuğumu kabul etmeliyim. Evet, korkuyordum. Kötü sonuçlarla karşılaşmaktı en büyük korkum. Ama her zaman olduğu gibi korktuğum elbet birgün çıkıp karşıma dikildi. Ve ben hiçbir şeyi değiştiremeyecek kadar acizdim artık. O’nu anlattım mı? Konuşmayan bir çocuktun sen. Sanırım konuşmayı sevmediğin için konuşanlara da sempati duymuyordun. Özellikle konuşan kişi bensem nefretini daha çok besliyordun. Beni dinlememek için içinde bir mahkeme kurup güzel gerekçeler ortaya koymuştun anlaşılan. Açıkça gördüğüm, sorgulanmadan mahkum edilmiş olduğumdu: --- Söylediklerine kulak asılmayacak --- Onunla birlikte zaman geçirilmeyecek --- Tehlikeli bir insan, uzak durulacak Her ne kadar beni dinlemekten nefret etsen de sana O’nu anlattım. O’nun engin sevgisinin beni nasıl ayakta tuttuğunu, hayatın anlamının O’nu bilmekle var olduğunu… milyonlarca şey anlattım sana. Dinlemedin. Gözlerini hep ötelere çevirir yolculuğuna başlar ve saatlerce dönmezdin geri. Tıpkı benim annemi dinlemeyişim gibi sen de beni dinlemezdin. Aramızda hiçbir kan bağı olmamasına rağmen neden bana bu kadar benzedin, bilmiyorum. Dedim ya, O’nun adaleti… Kızına anlatıyor muyum? Hayır, hiçbir zaman O’nu anlatmak için yanıma çağırmadım onu. Ama bir gerçek var ki: İnsan yaşamadığını zaten anlatamıyor. Anlatsa da etkili olamıyor. Bu sebeple ben de O’nu yaşadığım sürece anlatabilirdim. Şimdi bunu yapmaya çalışıyorum. Gördüm ki, insan yaşadığını ille de diliyle anlatmak zorunda değil. Olup-bitenler dile geliyor. Kızın bütün bunların da farkında. Fakat dediğim gibi onun sorularını cevaplamaktan çekinmiyorum. Elbette ki bu soruların içinde O da var. Birgün okuldaki arkadaşları güç denemesine girişmişler. Kim kimden daha güçlü? Bunu bana anlattığında yüzünde derin çizgiler oluşmuş gibiydi. Bir yerlere takıldığından emindim. Fakat ilk adımı kendisinden bekledim. Bir süre sessiz kaldı. Ya aklına takılanı sorup-sormamakta kararsızdı; ya da nasıl soracağını bilemiyordu. Sonunda “sence en güçlü kim?” diyebildi. Ben de ona Nemrud’un başına gelenleri anlattım. Bir sivrisineğe karşı koyamayan büyük bir hükümdarın kimin karşısında güçsüzleştiğini… “örnek almalı değil miydik olup bitenlerden her şey aslında bir zamanlar birileri tarafından yaşanmamış mıydı” Kızın zihnen sağlıklı büyüyor mu? Annesi yok. Babası var, ama yok. Ben gerçekte ona ne kadar yardımcı olabiliyorum. Seninle konuşma ihtiyacı duyduğu açıkça görülüyor. Benimle kalmaya başladıktan sonra bir babaya sahip oldu. Daha önce bir babası bile olduğunu bilmiyordu. İşte o günlerden başlayarak devamlı sana mektup yazıyor ve odasının bir köşesinde bunları gizliyor. Yani sen farkında olmasan da seninle her zaman konuşan birisi var. Birgün bu mektupların eline geçmesini ümid ediyorum. Sana yazdığı ilk mektupta şunlar yazılı: Babam’a… Var olduğunu bugün öğrendim. Merhaba. Kızın… Sana bu mektuplardan örnekler yazacağım. Beni etkilediklerini söylememek kızına haksızlık olur. Hatta pek çok yeni bilgiler ediniyorum onlardan. Böylece her insanın insan olmakla öğretmen olduğunu gördüm. Bir çocukla yaşamak inan hayatın yönünü değiştirebiliyor. Boş vaktin olmuyor örneğin. Günü dilimlere bölüp öyle kullanman gerekiyor. Sabah erken kalkıp kahvaltı hazırlamak bile bir zorunluluk olabiliyor. Birbaşıma yemek yemekten hiç hoşlanmamışımdır. Kızın yardımıyla düzenli yemek yiyebiliyorum. Onun yardımıyla daha neler edinmedim ki! Çocukluluğumda olmayan oyunlarla tanışıyorum. Bilgisayar bile kullanmaya başladım. E-Mail adresimiz de var. Çok eğleniyoruz. Tanımadığımız insanlarla sohbet edebiliyoruz böylece. Bilmediğimiz ülkelere doğru yola çıkabiliyoruz. Sonra seni arıyoruz oralarda. “Belki buradadır” diyoruz. “Biraz daha arayalım. Belki şimdi karşımıza çıkar.” Ama yoksun. Bu konuda öyle ısrarlısın ki… Kendine acı vermek hoşuna gidiyor. Sanki acı çektiğin sürece yaşayabiliyormuşsun gibi davranıyorsun. Oysa sen böyle yapmakla sadece kendini biraz daha öldürüyorsun. Senin için zaman çok yavaş ilerliyor olmalı. Bir de bizi görsen. Sabah ile akşam arasını saniyelerle ifade edebiliriz. Eminim ki bir hasta için sabah ne kadar uzaksa senin için de o kadar uzaktır. Bunlar birer tahmin sadece. Belki hayatını paylaştığın birileri vardır yanında, bilemiyorum. Belki de benim tanıdığım “sen” şimdi çok değişmiştir. Ben beraber geçirdiğimiz yıllar üzerine bunca şeyi yazabiliyorum. “hayaller de olmasa yaşanır mı bu kadar kolay taşınır mı bu kadar yokluk” Her zaman yüreğimi açtım sana. Öfkemi yanağındaki tebessümle dindiriverdim. Yalnızlık seninle anlamını yitirmişti. Sana yüreğimi açtım, ama gelmedin. Sıradağlar gibi yükseliyordun her geçen gün ve ben sana erişemiyordum. Eğer sen de başarabilseydin yüreğini açmayı… şah damarından yakın olan elinden tutup seni kaldırabilirdi. Ama sen O’na gitmeyi hiç denemedin… Eşinin ölümü senin için bir mazeretti. Böylece sıkıntılı yaşamak için hazır bir cevap bulabiliyordun. Gülmemek için iyi bir gerekçe olduğuna inanıyordun. Kendi kendine diyordun ki: “O öldü. Artık yok. Bir daha geri gelmeyecek. Benimle konuşamayacak. O öldü. Artık yok.” Eğer inanıyor olsaydın birgün yine beraber olacağınıza, bu kadar anlamsızlık sarmayacaktı dünyanı. Şimdi geriye dönüp bakmanı istiyorum senden. Ve şu soruya cevap vermeni…: Hayatını nasıl geçirdin? “birgün gelecek bir film gibi izleyeceksiniz yaşadıklarınızı” Annemi çok özlediğim zamanlarda, kendimi rahatlatmak için, beni duyacakmış gibi seslenirdim ona. Onun yanına gitmeyi ve saatlerce kollarında kalmayı isterdim; geçmişte, yani hep yanımda iken yapmadıklarıma hayıflanarak. Öyle ilginç ki, ailem beni korumaya çalıştıkça ben bunu kendime saygısızlık olarak alıyordum. Oysa insan ancak sevdiğini korumak isterdi. Benim seni koruma amacım da sırf sana zarar gelmesini önlemek içindi. Bunun neresinde saygısızlık olabilir ki! Fakat bunu anlamak için insanın çocuk sahibi olması gerekiyormuş. Gerçekler ancak o zaman kavranabiliyor. Eğer kızınla beraber yaşamayı kabul edebilseydin, inanıyorum ki şu ân yaptıkların sana büyük saçmalık olarak görünecekti. Hatta çekip gitmeyecektin bir garip öfkeyle bilinmedik uzaklara. “Uzaklara” diyorum, ama yanlış bir kelime olabilir bu. Belki de çok yakınımızdasındır ve olup-bitenleri gözlüyorsundur. Bak, sana hiç güvenmiyorum. Evet, bütün bunları yapabilirsin. Her gün evimizin önünden bile geçiyor olabilirsin. Sırf acı çekmek için. Yoksa bir insan çocuğunu görmeden yaşayamaz. İnanıyorum ki yaşayamaz. “niye ısrar eder insan niye ölmek için” “Senin de mi ailen yok?”. Bu soruyu sorduğunda ne cevap vereceğime karar verememiştim. Ama sana yalan söylemek bir çözümmüş gibi, sanki yalan söyleyince gerçekler kaybolacakmış gibi doğruları her zaman gizliyordum. “Evet” demiştim. “Yok”. Fakat her yalanın ardından başka yalanlar gelmesini engellemek oldukça zor. Şimdi onların ağırlığını yüreğimde hissediyorum. Bu soruyu kızın da sordu. Artık gerçeklerle karşılaşmaktan çekinmediğim için var olan ailemi ona anlattım. Fakat bu benim için büyük bir mesele oldu. Kızına göre onları aramalıydık. Çünkü onlar benim ailemdi. Hatta kızını onlarla tanıştırmalıymışım. Ne de olsa onların torunu oluyormuş. Bunu istemeye hakkı varmış vesaire vesaire. Çocuklar bir şeyi isteyince bunu yaptırmadan rahat etmiyorlar. Elbette ki bu karşılaşmadan korkuyordum. Ama kızın beni öyle bir yerden vurdu ki. Artık köşeye kıstırılmıştım. Söylediği şuydu: Babamın yaptığına kızmamalısın. Anladığım kadarıyla aynı davranışı bir zamanlar sen de yapmışsın. Yani babam gibi izini kaybettirmişsin. Ve hâlâ bu hatanı düzeltmiş değilsin. İşte sana fırsat. Sanırım sen de onlarla buluşmak istiyorsun. Öyleyse ara onları. “kendi yaptıklarımızı görmemekte ne kadar da ısrarlıyız hep karşıdaki hatalı” Bütün bunları hiç sıkılmadan söylüyordu. Elbette ki haklıydı. Demiştim ya, yaptıklarımı gün gelip bana yapılırken buluyorum. Peki onlara ne diyecektim? Oysa yıllardır aradığım sebep ortaya çıkmıştı ve ben bunu değerlendirmeliydim. Aslında birbaşıma yapamadığım bu iş için kızından güç alıyordum. Bu da içimi bir parça rahatlatıyordu. Zaman ilerliyordu. Kocaman bir heyecanın içinde neredeyse kaybolacaktım. “Keşke onlardan hiç ayrılmasaydım.”. Allahım, dayanılmaz bir pişmanlık acısı bu. Peki bunun bir faydası var mı? “Keşke” demek ne kadar işime yarayabilirdi. Bu durumdan beni nasıl kurtarabilirdi. Kızının sana yazdığı mektupları gizlice okumaya devam ediyordum. Ve bu mektuplar yıllar önce yapmış olduğum hataları yüzüme vuruyordu: “… Bazen beni merak edip-etmediğini düşünüyorum. Saçları nasıldır? Kime benziyor? Şimdi neler yapıyor?.. Bütün bunlara önem verebileceğine inanıyorum. Çünkü ben senin için yabancı değilim. Yaşayan herhangi biri değilim. Ben senin kızınım. Seni özlediğim kadar sen de beni özlüyor olmalısın…” İnsan her adımını düşünerek atmalıydı oysa. Bunu bir başına yapamayacağına inandığı zamanlarda bir el mutlaka bulunabilirdi. Çünkü insana gücünün üstünde hiçbir şey yüklenmemişti. Ki çoğu zaman bu gerçeği anlamak kolaydı. Nelere üzülmedik ki. Oyuncağımızı kaybettiğimizde az mı gözyaşı döktük. Düşün, bir insanı kaybedince gözyaşı dökmek artık basit geliyor. Bunun üzerinde bir şey yapmalıydık. Basit olanlara duyulan üzüntü büyük olunca gerçek acılarda nasıl davranacağımızı bilemiyoruz. Çaresiz ya susuyor, ya da daha büyük acılara kapı açıyoruz. Beni annen olmadığım için suçladın belki de. Oysa seni ben büyüttüm. Uyandığında karşında gördüğün bendim her zaman. Eve geldiğinde bendim sana kapıyı açan. Evimiz senin evindi ve bu evde ben de yaşıyordum. Sofranı paylaştığın bendim. Üzerine oturduğumuz kanepe ne kadar bana aitse, o kadar da sana aitti. Kırılan vazomuz bir zamanlar ikimizin evini süslüyordu. Pencereyi kaplayan manzara bizimdi. İçeriye süzülen ışık ikimiz içindi. Hiçbir şeyimi sana ortak etmekten tereddüt etmedim. Çünkü onlar gerçekte sana aitti. Senin olanı elinden alamazdım. Fakat bu sahiplenmeyi duvarlara resim çizerek göstermeye çalışıyordun. Buzdolabının fişini prizden çekerek ya da umulmadık bir zamanda camları tuz-buz ederek… Eğer benim olan, aynı zamanda sana aitse onlar üzerinde tasarrufta bulunma yetkisini kullandığını söylüyordun. “Madem ki evin camları benim, istersem kırarım” diyordun. Ya da “canım buzdolabını elektriksiz bırakmak istiyor” diyip fişi prizden çekiyordun. Çünkü sana göre sahip olduğunu dilediğin gibi kullanabilirdin. Oysa önemli olan, sahip olunanı her ne şekilde olursa olsun kullanmak değil, zamanında kullanmaktır. Niçin ille de tuhaf davranışlarda bulunmalıydın, anlamıyorum. İçinde bir isyan vardı. Sığmıyordun bulunduğun yere. Evden ayrıldın. Ya da çok az gelmeye başladın. Ama gittiğin yerlere de sığmadın sen. Eğer sana ait olduğuna inandığın yeri bulmuş olsaydın bir tebessüm yollardın. Her sabah yine, “günaydın” diyorum kendime. Geçip aynanın karşısına tebessüm ediyorum; bana, sana, hayata, dünyaya… Evimin her köşesini dolaşıyorum. Odalara bir bir girip çıkıyorum. Sabah sporum sadece bundan ibaret. Ev içi yürüyüş… Perdeleri açıyorum. Işığa, “merhaba” diyorum. Güneş ilk misafirim oluyor her zaman. Mutfağa gidiyorum. Çay hazırlamak için ocağa su koyuyorum. Kendime güzel bir kahvaltı sofrası dizmeliyim. Bu dünya beni fazla barındırmak istemiyor gibi. Ama ben direniyorum. Hasta falan değilim. Çok yaşlı olduğum da söylenemez. Hâlâ hızlı araba kullanıyorum. Hâlâ sinemaya gidebiliyorum. Hâlâ misafir kabul edebiliyorum. Bu kadar karamsar satırlarımın sebebi büyük ihtmalle senin yokluğun. Ama üzülmüyorum. Dediğim gibi artık yalnız değilim. Hayatım hâlâ çok kalabalık. Birazdan kızın gelecek. Farketmişsindir adını hiç yazmadım. Yazmaya da niyetim yok. Bunu öğrenmek istemeyeceğini de düşünmüyor değilim. Her öykü yaşanmış olmayabilir, ama her yaşanmış bir...

geceler vardır

Merhaba gece; Uğultulu bir günün ardından Araladın sessiz ayazımı karanlık odamdan Bu kaçıncı kayboluş bilmiyorum Sonsuzluğun en basit birikimi olan ben Yine yenildim Umursamaz duruşuma sakın aldanmayasın İçimde erirken hece dağları ve ruhumda batarken sevda adaları Ve sellere karışırken ben yine sensizim Yalnız kalınca hep seni buldum bir hayalin ardından yanımda Bir türlü bırakmadı yakamı tutsaklığın,esaretin,vefasızlığın prangaları yüreğimi Oysa o tutmalıydı hep ellerimi Razıydım gönül mahpusluğuna bir ömür Müebbet de yemeye tek celsede Şimdi sessiz çığlıklarımı yazıyorum Ara sıra gıcıklık eden kalemime inat Döküyorum içimi çizgilerin üzerine Hüzünler mimliyorum Heceler asıyorum her yaprağın her satırına Her insan bir imkansıza bağlanır benim imkansızım Sanki yanımda iken çok yakın sandığım o Aslında sadece bana görünen rüyaymış Varsın ecelime bahane olsun Varsın gecelerime gardiyan olsun Varsın bana özel bir rüya olsun Nasıl olsa bir gün yalanlar arkalarını dönecek İşte o gün herkes gerçekleri görecek Yüzleşme çok mu zor gece söylesene Ne olur söyle Senden sonra kaç sabah sonra dönecek Sence taşıyabilir mi bu gerçeği yalan Ve yalnız bir insan ne kadar mutludur Ve ne kadar mutluluk oynayabilir hayata Susuyor musun yine gece yine cevapsız mı kaldı tüm çağrılar Sen sabaha kadar cevap bul şimdi ben ona rüyayım Nasıl olsa burdayım Elveda gece hadi hoşçakal...

ölü değilsem neyim ben

Bilmezdim kelimelerin kifayetsizliğini bu derde düşmeden önce... Artık ne desem boş... Ve öyle büyük ki ağrım ağlayamıyorum bile... Buraya kadarmış demek ki... Aylardır ısrarla inkar etmiştim ama bu kadarmış; artık oyun bitti... Yapacak hiçbir şeyim kalmadı... Elimdeki son kartı da oynadım ve her zamanki gibi kaybettim! Ve şimdi içim eskisinden de çok acıyor... Ama geçecek, geçmeli! Zorla güzellik olmuyor, artık kalbim bunu öğrenmeli! Artık atacak hiçbir adımım, söylenmemiş hiçbir sözüm kalmadı... Kazanmak için şansımı çok zorladım ama başaramadım ...Ve bu kez gerçekten kabulleniyorum yenilgiyi, ve vazgeçiyorum boşu boşuna direnmekten... Yine de herşeye rağmen bil ki yazdığım ya da söylediğim binlerce kelimenin senin için hiçbir anlamı olmasa da pişman değilim! İyi ki elimden geleni yapmışım, iyi ki şansımı zorlamışım... Yenilmiş olsam da farketmez; en azından vicdanım rahat... Çok ama çok yazık oldu bu bir ömre bedel sevgiye ve onu içinde büyüten kalbe... O kalp artık öldü, ama sevgin hala içinde... Bir kez daha yıkıldı umutlarım, belki de milyonuncu ama bu sefer son kez! Çünkü artık yıkılacak hiçbir umudum, yakılacak hiçbir hayalim kalmadı... Öyle büyük biracı var ki içimde tepki bile gösteremiyorum! Soluğum kesilinceye kadar çığlık çığlığa ağlamak ve neden diye isyan etmek istiyorum ama artık gözyaşlarım bile dondu... Şimdi içim ağlıyor hiç durmamacasına! Gözlerimden akamayan yaşlar yüreğimi yakıyor her bir damlada biraz daha... Neyim kaldı ki artık? Söyle; ne kaldı elimde? Son umudu da tüketmiş olmadım mı? Kurduğum son hayali de kalbimin kırıklarının arasına gömmedim mi? Bu zamana kadar inatla kandırmaya devam etmiştim kendimi mutlaka O da bana karşı az da olsa bir şeyler hissediyor ve doğru zamanı bekliyordur diye... Ama bitti artık! Kendime söyleyebileceğim bütün yalanlarım tükendi... Ve artık kendimi avutacak hiçbir hikayem kalmadı... Masal sonsuza dek sona erdi... Aylar öncesinden zaten bitmişti belki ama hep bir umut vardı içimde, hayallerim ve inançlarım vardı bize dair... Ama hepsi yokolup gitti... Ve ben en sonunda anladım; masal kahramanım gerçekten de hiç sevmemiş, bundan sonra da sevmeyecekmiş beni... Ama inan bu kez içim bir başka acıdı... Canım hepsinden de beter yandı bu sefer! Bu seferki yara öyle derin ki iyileştirmeye kimsenin gücü yetmez; senin bile! Oysa sendeydi benim bütün çarelerim, bütün dermanlarım sendeydi .. ama bunun değil! Bütün acılarımı hala tek bir sözünle dindirebilirsin belki, tek bir gülüşünle her derdimin çaresi olabilirsin hala ama bunun değil... Çünkü bu sefer gerçekten benim için hayata dair herşey bitti! Kan akmaya, sevgin çoğalmaya devam ediyor ama yazık ki kalbim artık durdu, atmıyor!

soğuk

Bugün pek de iyi hissetmiyorum kendimi.Üşüyorum ama hava soğuk olduğundan değil.Bazen tüm umudumu bir tek şeye bağlıyorum.Hayaller kuruyorum üzerine, yıkılmayacak gibi ama öyle olmuyor işte bir zaman sonra nedensiz bir ümitsizlik, üstelik aynı hayaller üzerine.Yavaş yavaş beni ayakta tutan şeyleri yitirdiğimi hissediyorum.Neden bu kadar zor? Savaşmak gücüm yok mu benim?Bir hafta önce inançla sarıldığım idealler, bir hafta sonra yokmuş gibi.Zihnimin şizofrenik sancıları hayallerim.Umud bu hastalığı yok etmez sadece sakinleştirir sanıyordum ama giderek dozu azaltıyorum yoksa bağımlılıktan ölecekmiş gibiyim.Korkularımı da yoketmiyor üstelik,üstlerini örtüyor sadece ince beyaz bir örtüyle ki dikkatle baksam yine altındakiler gözükecek.Kafamı çeviriyorum … Yolculuklara çıkmayı istiyorum o yüzden zamansız.Plan yapmak yordu beni. Olmuyor işte.Neyi çok istersem hep arkamda bıraktım.Ne kaldı ki geriye? O yüzden planlanmamış bir yolun yolcusu olmak istiyorum.Hem imkansız da değil .Cam kenarında, yanımdaki yolcunun açacağı muhabbetten kaçmak için belki, gözüm hep uzağı gözlüyor.Baktığım yeri görmüyorum da üstelik.Geçtiğim yollar güzel, yeşili ayrı yeşil,mavisi ayrı mavi ama içimde yine o grimsi buluttan bir boşluk.Ne yer kapladığınısöyleyebilirim, ne de varlığını inkar edebilirim.Özkütlesi yok diye hiç kabul edebilir miyiz sevgiyi?En çok dokunarak varlığını kanıtlayamadığımız şeyler içimize dokunur, yakar.İşte içimdeki boşluk bu kadar dokunması imkansız ve bu kadar gerçek.Nasıl anlatılır ki, Bazı gün yaşamak büyük bir keyifken bazı gün bir zorunluluğa dönüşüyor.Gün sayarak ömür yaşanır mı? Ben öyle yaşıyorum bazen. Önce dakikaları sayıyorum,sonra saatleri ve sonra günleri.Gün sonunda günün bittiğine seviniyorum. “Bu günü de atlattık” !Neyi atlattım ki? Hiçbir şey atlattığım yok.Ömrümden bir günü harcıyorum sadece. Bunu biliyorum ama değiştiremiyorum. “Nasıl değiştireceğim ki?”Bir tarafta sahip olduklarımı korumam gerekiyor dürtüsü. Bir tarafta bırakıp gitmenin meraklı heyecanı. Gitsem diyorum bazen herşeyi bırakıp geride. Kim ne söyler, ne düşünürse düşünsün. Öyle çok ağır yükle de değil.Ki en büyük yükü zaten sırtımızda değil zihnimizde taşırız. Zihnimdekileri atıp kenara, sırtta bir çanta,elimde bir harita içimde bir merak duygusuyla.Çıksam diyorum yola.Kim bilir belki bir gün

yaşamak

Yaşam bazen ne kadar acımasız oluyor, biz istemeden istemediğimiz acıları yaşıyoruz; Sevdiğimizi kaybediyoruz, işimizden oluyoruz. Dolu dolu yaşadığımız, tutunmaya çalıştığımız yaşamla aramızdaki bağ; bazen bir tren raylarında, bazen kırmızı ışıkta hız tutkunları yüzünden, bazen sokaklarda yatan, evsiz barksız, ne yaparsa yapsın kaybedecek birşeyi olmayan, sokakların kralı olduğunu sanan insanlar yüzünden, bazen de farklı düşünceler, kişilik çatışmaları yüzünden insanlar arasında çıkan güç gösterme merakı yüzünden hep kopuyor; kopmak zorunda kalıyor. Bazen sevdiğimiz insan bile bizi çaresiz, yalnız bırakabiliyor. Çok beğenerek sürekli izlediğim bir dizinin son bölümünde bir sahne vardı. O sahneyi izlerken son iki senedir yaşadıklarımın dışa vurumunu yaşadım. Gözlerim isyan edinceye kadar ağladım. Çok sevdiği eşini yıllarca iyileşir umuduyla makinaya bağlı yaşatan sadık, herşeyi feda etme uğruna seven bir eş, makineye bağlı yaşayan eşinin beyin ölümü gerçekleştiği için ölümüne izin vermek zorunda kaldığını anladığında "hayatla bağlantısını kesebilirsiniz" dediği o an!... o psikolojik hal..... Yaşamak için bir çok sebebim var biliyorum; annem, çocuklarım, kardeşlerim, sevdiklerim, arkadaşlarım, dostlarım, sırdaşım, eşim can yoldaşım, doğanın güzellikleri ve bana yaşattıkları yağmurda ıslanırken aldığım zevk, karda oynamak, koşmak, yürümek, baharın müjdecisi çiçeklerin etrafa yaydığı hoş kokular. En önemlisi bunları yaşamak için nefes almam ve bana bahşedilen hayat... Bunları düşününce "çok şükür" diyorum "hayattayım", iyisiyle kötüsüyle güzellikleri, acıları yaşıyorum, kazanıyorum, kaybediyorum. Biten her gün sevdiklerimden veya kendimden.. ömrümden eksilen bir günü ifade ediyor, biten her günün sonunda "yine zarar ettim" diyorum .. Hayata sımsıkı sarılmak için çok sebebimiz var. Çevremize bakmamız yeterli. Geriye döndüğümüzde "keşke" dememek için kendi mutluluğumuz için.. Kimseye muhtaç olmadan sarıldığınız hayatın size hakettiğiniz güzellikleri yaşatması dileğiyle... "Hayat yaşandığı kadar vardır. Ne bir eksik , ne bir fazla

KİMİLERİ

Hiç koca bir boşluğa düştüğün oldu mu? Yalnızlığı , umutsuzluğu ve nefreti barındıran! Hiç yaşamaya değer birşey gördünmü hayatında? Yada durup sorguladınmı varlığını? Bakıpta göremediğin oldu mu hiç mutluluğu? Görüpte hissedemeğin! Yaşamını şaç teli kadar mutluluklara borçlu oldunmu hiç? Çaresizlikler içinde! Yaşamaya değer olmağı halde, Yaşamak istedinmi her anını hayatın ? Tekrar tekrar ... Koca bir tokat gibi vurmak istedin mi hatalarını yüzüne? Hiç amaçsızca sevmek istedin mi birini ? Ölümüne bağlanmak gibi ! Sevipte sevilmemek gibi ! Benliginden mahrum sensiz yaşamak gibi!

yıllar ve bugün

Yağmur çiseliyor. Üstüme üstüme, yüzüme doğru, sert sert...Yürüyorum. Yetişmem gerek. Saçım başım dağılmış, yüzüm soğuktan donmuş, ellerim ceplerimde. Bir an önce varmam gereken yere varmak istiyorum. Sinir bozucu bir hava, araba egzozundan çıkan pis dumanlar var. Kimse, o anki halinden memnun gözükmüyor. Caddeler, göstermelik ağaçlar, şehirleşmiş hayatlar var. Ağaçların yaprakları dökülmüş, dalları savruluyor. Yüksek binalar, üstüme üstüme geliyor. Birkaç adım ötede bir dere var. Masallardaki gibi tertemiz, pırıl pırıl bir dere değil ama... Kanalizasyon sularının boşaltıldığı, ve leş gibi kokan bir dere. Bakıyorum önüme, yol bitiyor karşıya geçmem gerek. İşlerine yetişmeye çalışan insanların arabalarını bekliyorum. Onlar geçecek ki, ben de geçeceğim. Kimse yol vermek istemiyor çünkü geç kalıyorlar. Bir karga ağacın tepesine çıkmış gak gak diye ötüyor. Arkamdan benim gibi iki öğrenci önümden geçiyorlar. Bir bakmışım daha önce arkamdalarken bana fark atmışlar. Ben mi yavaş yürüyorum, onlar mı hızlı diye düşünüyorum ve biraz hızlanmaya çalışıyorum. Ve biraz daha yürüdükten sonra, okuluma varıyorum. okuduğum yada okumaya çalıştığım yıllarda da hep böyle düşünür ama kafayı yediğimi sanır saçmalıyorum derdim çok nadir notlar alırdım. Şimdi tekrar geri dönelim. Yolda yürüyorum, yağmur çiseliyor, yüzüme sertçe vuruyor. Ve ben hala hayattan keyif almaya çalışıyorum. Mutluluğun, bunların hiçbirini kafaya takmamak, herşeye rağmen gülebilmek olduğunu düşünüyorum. En azından, diyorum. En azından hava temiz, beni boğmuyor. Yağmur yağmış, sakinleşmiş etraf, hava temizlenmiş, mis gibi... O yolda yürümekten keyif almaya çalışıyorum. Pek keyif alamasam da, en azından eskisi kadr nefret etmiyorum, sinirim bozumuyor. Kendimi daha iyi hissediyorum. Dünyayı ben böyle yapmadım, olması gerekenlerdi belki de bunlar. Doğanın gitgide yok olması, şarttı belki de. Arabaların vızır vızır olması, şarttı. Onlar olmasaydı insanlar, dünyanın bir ucundaki iş yerşerine nasıl yetişecekti? Onlara kin besleyerek değil, şartlanmışlıkla bakmam gerekiyordu. Belki günün birinde benim de arabam olur,o zaman farklı düşünürdüm. Bu sesler, bu havalar... Hepsi dışarıda olup bitenlerdi. Kimse de takmazdı kafaya. Çünkü alışılmıştı artık. Şartlanmıştı insanlar. Düşünmezlerdi bile bunu.Çünkü bu benim değil, dünyanın sorunu derlerdi.Ben getirmedim bu hale buraları, başkaları getirdi diye düşünürlerdi. Oysa, hiçbir şey bilmeden, farkına varmadan, tepki göstermeden, boşa yaşanan zamanların, suçlu bir hayat olduğunu, dünyaya en büyük zararı bu şekilde verdiklerini anlayamazlardı. Düşünülmeden yaşanan bir hayatı, aslında yaşanmamış olduğunu, yaşlanmış her insanın aslında çok yaşamamış olduğunu bilmezlerdi. Herkes kendi hayatında, herkes kendi derdinde derlerdi. Böylece dünyaya gitgide, daha çok zarar verdiklerini görmezlerdi. Herkes, herşeyi göremez. Nedeni gözlerinin yeterince keskin olmaması değil, bakıpta görmek istememesidir. Gören bazen gözler değil, sadece yürektir. Hayatın tüm gerçekliği, cesaretimizde saklıdır. Korkaklık en büyük tutsaklıktır. Ve ondan kurtulmak, bileğimizdeki somut kelepçeleri anahtarsız açmaktan daha zordur. Bedenin çektiği acılar, ruhun çektiği acı yanında hiçbir şeydir. İnsan bedeniyle değil, ruhuyla, kalbiyle, aklıyla bir bireydir. Yukarılara çıktıkça gözler aşağıyı göremez olur. Gitgide kör olur insanın gözleri. Sonra bir gün, uçarken önünü de görememeye başlar. Yanlış yollara sapar, çarpar heryere. Ve sonra öyle bir düşer ki, yerin de dibine çakılır. O zaman anlar, üstünden insanlar geçtiği zaman. Ve sonra, cehennemin dibine kadar gider... Hiçbir şeyi olmayan bir insan inanılmaz bir acı, korku duymaz. Olanlarla yetinmeyi bilir. Ama herşeye sahip bir insan, her an korku içindedir. Birşeyleri kaybetme korkusu... Kaybedecek bir şeyi olmayan, kaybetmekten de korkamaz. Kaybedecek çok şeyi olan, kaybettiği zaman maafolur. Bazı insanlar kıyafetleriyle, eşyalarıyla, parasıyla puluyla birşey olmuştur. Onları kaybettiği zaman şaşırır, ne yapacağını bilemez. Ve birdenbire, tüm düşünceleri değişir

28 Şubat 2012 Salı

DENİZ OLSAM

Denizin dalgaları gibiyim, Bazen kabarıyorum... Köpük, köpük savruluyorum. Bazense uysallaşıyorum... Berrak, berrak duruluyorum, Med ve Cezir oluyorum. Koşuyorum kah bir sahile, Çekiliyorum kah bir ağaç kabuğuna, Denizin yosunları fırlattığı gibi, Söküp Atıyorum tüm kötülükleri... Arındırıyorum iç dünyamı, Denizin dalgaları gibiyim... Bazen sığınacak bir kıyı arıyorum, Sessiz, sakin yatışıyorum. Bazense coşuyorum... Huysuz, haşarı kabıma sığamıyorum. Denizin enginliği gibi... İnsan sevgisinin enginliklerinde, Yapayalnız yaşıyorum.

6 Şubat 2012 Pazartesi

ASLA BİR İNSANIN UMUDUNU KIRMA
BELKİ DE O İNSANIN SAHİP OLDUĞU TEK ŞEY;

U M U D U D U R :::
ÖZGÜRLÜĞÜNE GEM VURMADIM SADECE BİRLİKTE GÜLELİM İSTERİM

18 Ocak 2012 Çarşamba

bazen yazacak olursun, başlayacak kelimeyi bulamazsın. bir mektuptur bazen yazdığın, bazen kendine yazılmış öylesine yazılardan. ya da sana kalacak, başkasına yazılmış olanlardan. asla bulamazsın uygun kelimeleri, uygun kelimeler yoktur çünkü..kelimeler anlamını yitirir yazar yazmaz, bitince hiç bir yazdığını beğenemezsin, kelimeler kaybolur sanki..tam da şimdi olmakta olduğu gibi

4 Ocak 2012 Çarşamba

01.01.2012 sabah güzel yalı sahili

2012 Yılının ilk sabahı ve ben sabah kahvemi içmek için Güzelbahçe de deli esen rüzgarlar içinde dolaşıyorum
Ağzımda tüten bir sigara elimde bir kamera yanımda yürüyen sahipsiz bir köpek yavrusu ile
Ey sevdiğim tüm insanlar 2012 yılının ilk
saatlerinde neredeyse hepiniz uyuyorsunuz ama ben yeni yılın ilk sabahında bulutlarla savaşan bizleri aydınlatmak ısıtmak için çıkmaya çalışan güneşe bulutlara deli gibi esen lodosa ağaçlara kuşlara
hepsine dünya yı yaratan Allaha sizler için dilekte bulunuyorum
Allah'ım sen her şeye kadirsin en cahilimiz den en büyük dahi mize kadar hepimizin kalbine merhamet insan sevgisi dürüslük aşıla
Allahım sen bizi şeytanın karanlık oyunlarından dini biliyorum diyerek kendi çıkarları kendi topluluk çıkarları için kullananlardan koru
Sen doğruyu yanlışı kalbimize ruhumuza işle
bizi gruplaşmış din adamı görünümlü insanların eline bırakma
Ben ve sevdiklerim senden medet umar sana inananlarız
BİRAZ BENCİL OLACAK AMA ALLAH SADECE KALBİ DÜRÜST MERHAMETLİ AHLAKLI İNSANLARA 2012 VE GELECEK YILLARI BEREKETLİ HUZURLU AYDINLIK FERAH NASİP ETSİN
Resimler 2012 sabahı Güzelbahçe sahilinde şahsın tarafından çekilmiştir
BİR GARİBİM ALEMDE

21 Aralık 2011 Çarşamba

ESTİ DELİ GÖNLÜM

Sesin düştüğü an içime, gülüşünle dünyanın sekizinci harikasını keşfe doğru yol alır gözlerim. 'Sen' düşüncelerini doldururken yürek cebime, aheste bir nefesin ilk adımı atarım sana doğru. Bir şarkı düşer dudaklarıma adın gibi .. Ezbere yaşanmış bir ömrü çıkarırken üzerimden, yalın ayak kaçışlarım olursun.Gecenin ağır düşlerini yüklemekten vazgeçer fırtınalı geçmişim. Ve hıçkırıklarla boğarım tüm yakarışları... Rüzgârlar yorgun düşer, tenha bir sokak başında vurulur ayrılıklar. Gözlerin değer gözlerime, işte o an sobelenir hayat. Gecenin rimeli akmış, siyaha çalmıyor artık kendini. Parmak uçlarında yaşlanan umutlar, yeni çocuklar doğuruyor, Mutluluk Kaf dağının ardında değil gülüşünde saklı. Hiç bir çene kırmıyor artık hevesleri, ve hiçbir hayal eskisi kadar ifrit değil kendinden. Gel faali olalım biz bu gecelerin.. Çalalım, gökyüzünün mavilerini. Yağmur insin bu şehre, arınalım tüm acılarımızdan.. Hayatı ıslak bir kaldırım taşı üzerinde temize çekelim.

BİR GARİBM ALEMDE

Bir umuda benzemeli bizim aşkımız, herkesin umutsuz olduğu anda. En kurak çöllerde yeşermeli, yetişmeli çocuk saflığıyla. Denizlere benzemeli bizim aşkımız, onlar kadar engin ve onlar kadar cesur olmalı. Gecelere ışık olmalı tükenmeden. Bir kardelene benzemeli bizim aşkımız, diretmeli savaşmalı, yılmadan usanmadan. Kırmalı zincirlerini çaresizliğin, özgürlük olup yağmalı tüm topraklara. Bir doğaya benzemeli bizim aşkımız, tüm canlılara gönül veren. Irmak olup akmalı ulaşmalı bütün denizlere. Hani bir sen varsın diyorsun ya gönlümde İşte o yüzden sende aşkın kokusu var bende çimen.

BİR GARİBİM ALEMDE